ÖZ
Depremler ve diğer doğal afetler, sağlık sistemlerine ve ülke ekonomisine önemli ölçüde etki eden ani, beklenmedik, maddi ve manevi yıkıcı olaylardır. Bu doğal afetler sonrasında acil bir şekilde tanı koyma ve tedavi süreçlerinin yönlendirilmesinde radyolojik incelemeler önemli ve kritik bir role sahiptir. Görüntüleme teknikleri ve elde edilen görüntüleri hızlıca yorumlamak yaralanmaların hızlı ve doğru değerlendirilmesini sağlayarak yaşam kurtarıcı müdahalelere olanak tanır. Bu yazı, deprem ve doğal afetlerde acil radyolojinin rolünü, kullanılan görüntüleme tekniklerini, karşılaşılan yaralanma türlerini ve mobil radyolojik sistemlerin organizasyonunu ele almaktadır. Ayrıca, radyologların afet hazırlık süreçleri ve bu alandaki teknolojik yeniliklere ilişkin gelecekteki yönelimler tartışılmaktadır.
ÖĞRENME HEDEFLERİ
• Deprem ve diğer doğal afetlerde hızlı ve faydalı bir şekilde sürecin radyolojik açıdan nasıl yönetiliceğini anlamak.
• Crush sendromu ve bunun sonucunda oluşabilecek nefropati gibi olasılıkları göz önünde bulundurup kontrast kullanımında dikkat etme gerekliliğini anlamak.
• Mobil radyoloji cihazlarının kullanımı konusunda yetkin olmanın gerekliliğini anlamak.
• Radyologların afet hazırlık süreçleri ve bu alandaki teknolojik yeniliklere ilişkin gelecekteki yönelimleri hakkında fikir sahibi olmak.
GİRİŞ
Depremler, yer kabuğundaki ani kırılmalar sonucu meydana gelen sismik dalgalarla tanımlanan, büyük çaplı yıkıma ve can kayıplarına yol açan doğal afetlerdir. Doğal afetler olarak değerlendirilen bu olaylar, fiziksel yaralanmalardan psikolojik etkilere kadar geniş bir spektrumda toplumsal sonuçlar doğurur. Dünya Sağlık Örgütü, depremleri sağlık sistemlerini en çok zorlayan doğal afetlerden biri olarak sınıflandırmıştır, çünkü bu olaylar genellikle ani ve geniş çaplı travmatik yaralanmalara, barınma krizlerine, su ve besin kaynaklarının tükenmesine yol açar [1]. Depremler gibi afetler sonrasında, sağlık hizmetlerine erişim genellikle kesintiye uğrar ve acil müdahale gerektiren durumların yönetimi zorlaşır. Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) verilerine göre 6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş’ta iki büyük deprem meydana gelmiştir. İlk deprem, saat 04:17’de Pazarcık ilçesi merkezli olup 7,7 büyüklüğündeydi ve yerin 8,6 km derinliğinde gerçekleşmiştir. İkinci deprem ise saat 13:24’te Elbistan ilçesi merkezli 7,6 büyüklüğünde olup 7 km derinlikte meydana gelmiştir. Toplam 42.310 vatandaş hayatını kaybetmiş ve bölgeden 448.018 kişi tahliye edilmiştir. Bölgede AFAD, Polis Arama Kurtarma, Jandarma Arama Kurtarma, Jandarma Özel Asayiş Komutanlığı, Sahil Güvenlik ve diğer arama kurtarma ekiplerinden oluşan toplam 14.740 personel görev yapmıştır. Ayrıca, sahada toplam 242.392 personel çalışmalara katılmıştır. Bin dokuz yüz doksan dokuz Marmara Depremi sonrasında da Türkiye’de yaklaşık 17.000 kişinin hayatını kaybettiği, 50.000’den fazla kişinin yaralandığı ve 250.000’den fazla kişinin evsiz kaldığı bildirilmiştir [2]. Deprem sonrası dönemde, sağlık sistemlerinin organizasyonu, hızlı tanı ve tedavi planlaması için kritik öneme sahiptir. Bu nedenle, afet tıbbında kullanılan teknolojilerin, özellikle de radyolojik görüntüleme sistemlerinin, etkili bir şekilde yönetilmesi hayati önem taşır.
RADYOLOJİNİN DEPREM VE DOĞAL AFET SONRASINDAKİ ROLÜ VE GÖRÜNTÜLEME TEKNİKLERİNİN KULLANIMI
Radyoloji, deprem ve diğer doğal afetlerin ardından tıbbi müdahalenin en önemli basamaklarından biridir. Yaralanmaların hızlı ve doğru bir şekilde değerlendirilmesi, tedaviye yönlendirme ve komplikasyonların izlenmesinde radyolojik görüntüleme tekniklerinin önemi büyüktür.
Deprem ve doğal afetlerin ardından karşılaşılan yaralanmaların tanı ve yönetiminde radyolojik görüntüleme teknikleri kritik bir rol oynamaktadır. Farklı görüntüleme modaliteleri, spesifik yaralanmaların değerlendirilmesinde kullanılır ve tanısal doğruluğu artırmak için birbiriyle tamamlayıcı şekilde uygulanır. Her modalite, afet tıbbında belirli bir amaca hizmet eder ve farklı durumlarda farklı avantajlar sunar. Bu bölümde, görüntüleme tekniklerinin kullanım alanları ve etkileri detaylandırılmaktadır.
Röntgen (X-ray)
Dijital röntgen, afet bölgelerinde hızlı tanı koyma ve triyaj sürecinde ilk basamak görüntüleme yöntemi olarak kullanılır. Hızlı sonuç vermesi, mobil olarak kolay taşınabilmesi düşük maliyeti ile deprem ve doğal afet sonrasında kullanımı idealdir [3]. Ekstremite yaralanmaları, pnömotoraks, hemotoraks ve kostal kırıklarının tespitinde kullanılabilir. Ancak yumuşak doku ve iç organ yaralanmalarında oldukça sınırlı bir tanısal değere sahiptir. Mobil cihazların pillerinin sınırlı süre için yeterli olması, şarj sorunu gibi teknik sıkıntılar mevcutsa kullanımını sınırlar.
Bilgisayarlı Tomografi
Deprem ve doğal afet anında yaşanan elektrik kesintileri ve hastanelerdeki hasarlar, bilgisayarlı tomografi (BT) kullanımını ciddi şekilde kısıtlamaktadır. Depremzedelere ya da afetzedelere sağlık hizmeti sunumunda BT’nin ilk kullanımının depremin ardından beşinci saate kadar uzanabileceği gösterilmiştir [4]. Tüm vücut BT incelemeleri, mevcutsa, acil cerrahilere rehberlik edebilir; ancak yüksek hasta yoğunluğunun olduğu durumlarda, her hastaya pan-BT uygulamak imkansızdır ve pratik değildir. Bu nedenle, travma için odaklı değerlendirme ile ultrasonografi (FAST) rehberliğinde yapılan BT incelemeleri daha iyi ve daha etkili sonuçlar sağlar ve kontrastlı BT incelemelerine son derece dikkatli yaklaşılmalıdır [5]. Rabdomiyoliz gibi böbrek fonksiyonunu engelleyen durumlarda, depremler nedeniyle oluşan ezilme (Crush) sendromu gibi, kontrast maddesinin kullanımı ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Yine, depremle ilişkili travmaların neden olduğu kompartıman sendromu olan olgularda kontrast madde ekstravazasyonu meydana gelirse durum daha da kötüleşebilir. Ancak, klinik muayenede şüphelenilen büyük damar yaralanması, diseksiyon veya pulmoner emboli gibi bazı özel durumlarda, hastanın böbrek fonksiyon testlerinin sonuçlarını beklemeden intravenöz kontrast maddeleri uygulanabilir. BT, çoklu travmaların detaylı değerlendirilmesi için altın standart olarak kabul edilir. BT, kafa içi travmalar, toraks yaralanmaları ve abdominal organ hasarlarının teşhisinde etkili bir yöntemdir. Kafa travmalarında subdural ve epidural hematomların tespitinde (Resim 1), toraks yaralanmalarında pulmoner kontüzyonların ve vasküler lezyonların değerlendirilmesinde, abdominal organ yaralanmalarında aktif kanama tespitinde büyük avantajlar sağlar. Ancak yüksek enerji gereksinimi ve taşınabilirlik kısıtlamaları nedeniyle mobil kullanımı sınırlıdır.
Ultrasonografi
Ultrasonografi (USG), taşınabilirliği ve radyasyon içermemesi nedeniyle deprem ve doğal afet senaryolarında sıklıkla tercih edilir. USG hem felaket anında hem de sonraki altı saatlik dönemde en faydalı ve erişilebilir yöntemdir. Bunun başlıca nedeni, görüntüleme yöntemlerinin enerji gereksinimidir. BT mevcut olmadığında erişilebilen tek kesitsel görüntüleme yöntemi olarak, USG yaygın olarak kullanılır. USG, felaketten sonraki ilk aşamalarda, özellikle BT’nin yokluğunda, paha biçilmez bir öneme sahiptir. Taşınabilir USG cihazları bu durumlarda daha avantajlıdır. Biyokimyasal laboratuvar testlerinin yokluğunda bile, taşınabilir USG aletleri ayırıcı tanıyı daraltmaya veya daha ciddi hastalıkları ekarte etmeye yardımcı olabilir.
Travma için odaklı değerlendirme ile USG, depremle ilgili hastalıklar için ana USG yöntemdir. Katrina Kasırgası’ndan sonra, 11 Eylül’de New York’ta, 2006’da Lübnan Savaşı’nda ve 2010’da İran depreminde, FAST’ın yüksek hasta yoğunluğu dönemlerinde hastaları değerlendirme ve triaje etmede başarılı olduğu bulunmuştur. Acil afet sonrası aşamada, hemotoraks/pnömotoraks, solid organ yaralanması, kırıklar, gebelik ve vasküler incelemeler, pediatrik kafa taramaları ve intravenöz erişim yardımı kontrolü için kullanılabilir [5]. Bir klinisyen, bir radyoloji asistanına kıyasla aynı hassasiyetle ancak daha az özgüllükle FAST uygulayabilir. Ayrıca, FAST gereksiz BT taramalarının sayısını azaltabilir. Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde meydana gelen bir deprem sonrası yapılan bir çalışmada, afet sonrası sağlık hizmeti veren hekimler tarafından en sık kullanılan ve en erişilebilir görüntüleme yönteminin USG olduğu görülmüştür [5, 6].
Görüntü kalitesi, kullanılan cihazın özelliklerine ve operatör deneyimine bağlıdır. Karmaşık yaralanmalarda detaylı bilgi sağlamada sınırlıdır.
Manyetik Rezonans Görüntüleme
Manyetik rezonans görüntüleme (MRG), yumuşak doku ve sinir sistemi yaralanmalarının detaylı değerlendirilmesinde tercih edilen bir yöntemdir. Özellikle spinal travmaların ve omurilik hasarlarının değerlendirilmesinde önemli bir rol oynar. Radyasyon içermemesi ve yumuşak doku kontrastını artırma kapasitesi en önemli avantajıdır. Ancak deprem ve diğer doğal afetler, MRG cihazlarının güvenliğini tehlikeye atabilir. Özellikle, bu tür olaylar sırasında veya sonrasında meydana gelebilecek yapısal hasarlar, MRG cihazlarının süperiletken mıknatıslarının aniden süperiletkenlik özelliklerini kaybetmesine neden olan “quench” riskini artırabilir. Quench olayı, sıvı helyumun hızla buharlaşmasına ve mıknatısın manyetik alanının ani kaybına yol açar. Bu durum, cihazın ciddi şekilde zarar görmesine ve çevredeki kişiler için potansiyel tehlikelere neden olabilir. Özellikle, quench sırasında açığa çıkan helyum gazı, uygun şekilde tahliye edilmezse, odadaki oksijeni hızla yer değiştirerek boğulma riskine yol açabilir. Bu nedenle, MRG cihazlarının düzenli bakımı ve acil durum tahliye sistemlerinin işlevselliği, doğal afetler sonrasında quench riskini azaltmak için kritik öneme sahiptir [7].
Mobil Radyolojik Sistemler
Mobil radyolojik sistemler, afet bölgelerinde hızlı tanı koyma ve triyaj için vazgeçilmezdir. Mobil röntgen cihazları, taşınabilir USG cihazları ve mobil BT sistemleri, saha koşullarında etkin bir şekilde kullanılabilir. Marmara depremi sırasında mobil radyolojik cihazların, tanısal doğruluğu artırmada önemli katkı sağladığı bildirilmiştir [2].
Raporlama Alternatifleri
Afetler sırasında radyolojik görüntülere erişimde ciddi zorluklar yaşanmıştır. Bu nedenle, eğer klinisyenle yakın çalışma imkanı varsa, en ideal raporlama yöntemi sözlü raporlamadır. Yakın temas içinde çalışmanın mümkün olmadığı durumlarda, kısa ve öz bilgi sağlayan ve hızlı bir şekilde oluşturulabilen yazılı raporlar ön plana çıkmaktadır [8]. Son yaşanan deprem felaketinin ardından, uzaktan hızlı ve etkili raporlama yapılmasına olanak tanıyan bir sistemin çok hızlı bir şekilde kurulmuş olması memnuniyet vericidir.
DEPREM VE DOĞAL AFET İLE İLİŞKİLİ YARALANMALAR
Travmatik Yaralanmalar
Depremler tüm doğal afetler arasında en ölümcül olanıdır. İki bin yedi ve 2017 yılları arasında 350.000 kişi hayatını kaybetmiş ve bir milyondan fazla kişi yaralanmıştır. Depremlerde ölüm-yaralanma oranı genellikle yaklaşık 1:3-4’tür; ancak bu oran yaralanmanın ciddiyetine bağlı olarak değişkenlik göstermektedir [8].
Hem Türkiye’de hem de dünya genelinde yapılan araştırmalarda, depremlerden sonra en sık görülen yaralanmaların travmatik yaralanmalar olduğu ve en çok ihtiyaç duyulan müdahalelerin ortopedik işlemler olduğu gösterilmiştir. Debridman en sık yapılan operasyon olup, bunu açık redüksiyon-internal fiksasyon ve kapalı redüksiyon-alçı izlemektedir [9-11].
Depremle ilişkili travmatik yaralanmalar en çok ekstremitelerde, özellikle de alt ekstremitelerde görülmektedir (Resim 2). Sıklık sırasına göre, ekstremiteleri toraks, omurga yaralanmaları, pelvik kırıklar, kraniyal ve maksillofasiyal yaralanmalar ile abdominal travmatik bulgular takip etmektedir [12]. Femur, ekstremitelerde en sık yaralanan kemik olup, bunu tibial şaft ve ayak bileği izlemektedir. Üst ekstremitede ise en sık yaralanan kemik humerustur [13]. Depremle ilişkili alt ekstremite kırıklarının, diğer travmalardan farklı olarak, çoğunlukla birden fazla ve parçalı olduğu gösterilmiştir [14, 15]. Çocuklarda görülen depremle ilişkili kırıklar, erişkinlerdekine benzerdir; kırıklar genellikle alt ekstremitelerde görülmekte ve genellikle eksternal fiksasyon gerekmektedir [16].
Pelvik kırıklar genellikle birden fazla ve iki taraflı olarak görülmektedir (Tablo 1). Çin’de yapılan bir çalışmada, en yaygın pelvik kırık alt tipi C tipi kırık olarak rapor edilmiştir ve bunu B3 ve B2 tipleri takip etmiştir [17]. Türkiye’de yapılan bir çalışmada ise, Çin verilerine benzer şekilde, en sık C2 tipi kırıkların görüldüğü bulunmuştur [18, 19].
Maksillofasiyal travmaların dağılımı incelendiğinde, en sık görülenin mandibular kırıklar olduğu, bunu zigomatik kompleks ve maksilla kırıklarının takip ettiği görülmektedir. Alt ekstremite kırıklarına benzer şekilde, birden fazla ve parçalı kırıklar yaygındır. Maksillofasiyal kırıklara en sık eşlik eden yaralanmalar kraniyal travmalar ve alt ekstremite kırıklarıdır [20]. Bazı çalışmalar, nazal kemik, etmoid kemik ve orbital kırıkların da yaygın olduğunu bildirmektedir. Maksillofasiyal kırıklar, bölgenin karmaşık anatomisi ve sıklıkla eşlik eden kraniyal travmalar nedeniyle multidisipliner bir yaklaşım gerektiren yaralanmalardır [20, 21].
Depremlerle ilişkili durumlardan biri de rabdomiyolizdir [22]. BT görüntülerinde heterojen hipodens bir görünüm sergileyebilir. Kontrastlı BT görüntülerde, çevresel (rim) kontrast birikimi görülebilir. Rabdomiyoliz, MRG’de daha çeşitli bulgular sunar (Resim 3). MRG bulguları ile miyonekrozun durumu da tespit edilebilir. Hafif ile orta şiddetli olgularda, hasarlı kaslar ödem gösterir ve yaralanmanın şiddetine uygun sinyal yoğunluğu ile belirir. Şiddetli miyonekroz oluştuğunda iki farklı bulgu görülebilir:
Birincisi, T1 ağırlıklı görüntülerde homojen olarak izo/hiperintens, T2AG/kısa tau inversiyon iyileştirme görüntülerde homojen hiperintens ve post-kontrast T1AG’de homojen kontrast birikimi izlenebilir.
İkincisi; T1AG’de homojen/heterojen hiperintens, T2AG’de heterojen hiperintens ve post-kontrast T1AG’de çevresel (rim) kontrast birikimi şeklinde izlenebilir [22].
Rabdomiyolizin belirtilerine ek olarak, MRG, çevredeki fasyada bir yırtık nedeniyle kasın herniasyonunu gösterebilir. Ayrıca, BT anjiyografi ve renkli Doppler ultrason, artan kompartman içi basınca bağlı olarak damar lümen daralmasını tespit etmek için kullanılabilir [23-25].
Bir deney hayvanı çalışmasına dayanarak, kontrastlı USG rabdomiyoliz tanısında etkili bulunmuştur. Çalışmada, kontrastlı USG’nin hasarlı kasların görüntülerinde erken ve yüksek kontrast birikimi gösterdiği tespit edilmiştir [23-25].
Akut kompartman sendromu, uzuv ve yaşam için tehdit oluşturan cerrahi bir acil durumdur. Bu ağrılı durum, artan kompartman içi basınç nedeniyle oluşur, perfüzyonu bozar ve etkilenen kompartman içindeki kas ve sinirlerde hasara neden olur. Akut kompartman sendromunun tanısı, klinik belirtiler ve kompartman basınçlarının ölçümüyle konulur. Görüntüleme tekniklerinin kullanımı genellikle sınırlıdır ve bazı durumlarda görüntüleme, tanı ve cerrahi tedaviyi geciktirebilir.
TRAVMATİK OLMAYAN YARALANMALAR
Serebrovasküler Hastalıklar
Doğal bir afetten etkilenen kişilerde sempatik sinir sisteminin aktivasyonu sonucu ortaya çıkan kan basıncı ve kalp hızı artışına “afet hipertansiyonu” denir [26]. Afet hipertansiyonu, inme ve kalp krizi riskinde artış ile bağlantılıdır ve kardiyovasküler hastalıkların ana nedenlerinden biridir. Ayrıca, afet sonrası yaşanan çeşitli zorluklar (örneğin; yetersiz beslenme ve su, düzenli ilaç temini zorluğu ve zihinsel stres), afet hipertansiyonunu olumsuz etkileyebilir ve bunun sonucunda serebrovasküler inmeler (Resim 4) ve kardiyovasküler bozukluklar gelişebilir.
Tahliye merkezlerinde bulunan hastaların bir kısmında serebrovasküler ataklar geçirdiği bilinmektedir. Depremden bir ay sonra, travmaya bağlı olmayan spinal subdural ve epidural hematomlar da gözlemlenmiştir. Antitrombosit ilaçların düzensiz kullanımı ve/veya belirli araçlarda gecelemeye bağlı rahatsız edici pozisyonların bu tür hematomlar için potansiyel risk faktörleri olduğu öne sürülmüştür.
Kardiyovasküler Hastalıklar
Kalp yetmezliği (KY), alt ekstremite derin ven trombozu (DVT) ve pulmoner tromboemboli (PTE), depremlerle ilişkili başlıca travmatik olmayan hastalıklardandır. KY olguları genellikle depremden uzun süre sonra, yedinci hafta gibi geç dönemlerde artış gösterirken, PTE ve DVT olguları depreme daha yakın zamanlarda artış göstermektedir.
Ayrıca, DVT ve PTE olgularının kadınlarda daha yaygın olduğu gözlemlenmiştir. Bunun başlıca nedeni olarak, oral kontraseptif kullanımının uzun süreli oturma ya da yetersiz yaşam koşulları ile birleşmesi olduğu düşünülmektedir [27, 28].
Enfeksiyonlar
Temiz su teminindeki sorunlar, kanalizasyon sistemlerindeki aksaklıklar ve tahliye merkezlerindeki kötü barınma koşulları, afet sonrası enfeksiyonların başlıca nedenleridir. Solunum yolu ve gastrointestinal enfeksiyonlar en yaygın grup olup, afetlerden sonra meningoensefalit olgularının da arttığı bildirilmiştir [28, 29]. Ortopedik yaralanmalara sahip hastaların yaklaşık %20’sinde yara enfeksiyonlarının eşlik ettiği gösterilmiştir [30].
DOĞAL AFET SONRASI EĞİTİM VE TEKNOLOJİK YENİLİKLER
Doğal afetlerin ardından etkili bir sağlık müdahalesi sunmak, yalnızca altyapının sağlamlığına değil, aynı zamanda sağlık personelinin eğitimi ve kullanılan teknolojilerin kapasitesine de bağlıdır. Özellikle deprem gibi büyük ölçekli afetlerde, sağlık çalışanlarının hızlı karar alma ve uygulama becerileri büyük önem taşır. Afet tıbbında radyoloji personelinin eğitimi, triyaj süreçlerinde doğru görüntüleme yöntemlerinin seçilmesi, sahada mobil cihazların etkili kullanımı ve elde edilen görüntülerin doğru yorumlanması açısından hayati bir rol oynar. Afet senaryolarına yönelik eğitim programları, teorik bilgi kadar pratik uygulamalara da odaklanmalıdır. Özellikle simülasyonlar, sağlık çalışanlarının afet koşullarında deneyim kazanmalarını sağlamak ve stresi yönetme kapasitelerini artırmak için etkili bir yöntemdir.
Radyologların afet hazırlığına yönelik eğitimlerinde, mobil radyolojik cihazların saha koşullarında nasıl kullanılacağına dair pratik bilgiler yer almalıdır. Örneğin; mobil röntgen cihazları, taşınabilir USG sistemleri ve mobil BT ünitelerinin kullanımı, deprem gibi afetlerde hızlı tanı koyma ve triyaj süreçlerinde belirleyici rol oynar. Ayrıca, radyologların FAST protokolü gibi spesifik yöntemlerde uzmanlaşmaları, abdominal yaralanmaların hızlı bir şekilde değerlendirilmesi açısından kritik önemdedir.
Teknolojik yenilikler, afet sonrası sağlık hizmetlerinin etkinliğini artırmak için devreye giren bir diğer önemli unsurdur. Yapay zeka (AI) tabanlı görüntüleme sistemleri, triyaj kararlarını hızlandırmak ve tanı doğruluğunu artırmak için giderek daha fazla kullanılmaktadır. AI destekli yazılımlar, görüntüleme verilerini analiz ederek ciddi yaralanmaları hızlı bir şekilde belirleyebilir ve bu da sağlık personelinin karar alma süreçlerini kolaylaştırır. Örneğin; BT ve MR görüntülerinde beyin kanaması veya akciğer kontüzyonları gibi kritik patolojilerin otomatik olarak tespit edilmesi, zaman kazandırıcı bir yenilik olarak öne çıkmaktadır [30]. AI entegrasyonu, yalnızca tanısal süreçlerde değil, aynı zamanda görüntüleme cihazlarının yönetimi ve hasta verilerinin analizi gibi alanlarda da kullanılabilir.
Afet koşullarında enerji verimli ve taşınabilir cihazların geliştirilmesi, sahada sağlık hizmetlerinin sürdürülebilirliği açısından büyük önem taşır. Yeni nesil mobil radyolojik sistemler, düşük enerji tüketimi, dayanıklı tasarımları ve taşınabilirlik özellikleri sayesinde saha hastanelerinde daha etkin bir şekilde kullanılabilir. Özellikle taşınabilir BT üniteleri, kompleks travmaların hızlı bir şekilde değerlendirilmesini mümkün kılmaktadır. Marmara depremi sırasında mobil radyolojik cihazların kullanımına ilişkin yapılan incelemeler, bu cihazların ölüm oranlarını azaltmada önemli bir katkı sunduğunu göstermiştir [2].
Gelecekteki teknolojik yenilikler, sadece cihazların performansını artırmakla kalmayacak, aynı zamanda global işbirliklerini de kolaylaştıracaktır. Uluslararası radyoloji ağları, afet bölgelerine kaynakların ve uzmanlığın daha hızlı aktarılmasını sağlayabilir. Örneğin; tele-radyoloji sistemleri, afet bölgelerinde elde edilen görüntülerin uzaktaki uzmanlar tarafından incelenmesine olanak tanır. Bu da yerel sağlık ekiplerinin üzerindeki yükü azaltırken, tanı süreçlerinin doğruluğunu artırır. Ayrıca, bulut tabanlı veri yönetim sistemleri, afet sonrası hastaların takip edilmesi ve verilerin güvenli bir şekilde saklanması için ideal bir çözüm sunmaktadır. Depremler gibi afet durumlarında, BT ve floroskopi cihazlarına erişimin sınırlı olduğu durumlarda, girişimsel radyolojik işlemler geniş ölçekte uygulanamaz. Bununla birlikte, USG rehberliğinde yapılan işlemlerin pratik ve hayat kurtarıcı olduğu görülmektedir. Tüp torakostomi, plevral kanama drenajı ve santral venöz kateter yerleştirme, afet bölgelerinde başlıca hayat kurtarıcı girişimsel radyoloji uygulamalarıdır.
YÜKSEK ÖLÜM RİSKİ TAŞIYAN YARALANMALAR VE ADLİ TIP-RADYOLOJİ İŞBİRLİĞİ
Ani ölümler, deprem sırasında meydana gelen yıkıcı yaralanmalardan kaynaklanır. Beyin veya omurilikte meydana gelen ciddi travmalar, bu tür yaralanmaların yaygın nedenlerindendir ve çoğu durumda bu hastalar kurtarılamaz. Diğer depremzedeler ise felaketten sonraki ilk birkaç saat içinde hızla hayatını kaybeder. Tarihsel deneyimler, bu tür ölümlerin hızlı bir şekilde tedavi uygulanması durumunda önemli ölçüde azaltılabileceğini göstermektedir. Bu bireyler genellikle subdural hematomlar, karaciğer veya dalak yırtılmaları ve pelvik kırıklar gibi yaralanmalara sahiptir.
En önemli komplikasyonlardan biri de depremin ardından günler veya haftalar sonra meydana gelir ve sepsis, çoklu organ yetmezliği ve yaygın damar içi pıhtılaşma (dissemine intravasküler koagülasyon) nedeniyle oluşur. Bu bireylerin kurtarılma olasılığı en yüksek olan grupta yer aldığı düşünülmektedir, çünkü yaralanma komplikasyonlarından daha yavaş etkilenirler [31]. Maalesef, afet sonrası tıbbi çabalardan biri, hayatını kaybedenlerin kimliklerini belirlemektir. Bu noktada adli tıp uzmanları, görüntüleme yöntemlerini de kullanabilir. Afet ortamının sunduğu imkanlar göz önüne alındığında, en sık kullanılan yöntemin dental radyografiler olduğu belirlenmiştir. MRG ve BT’nin kimlik belirleme ve ölüm nedenini aydınlatma konusunda oldukça işlevsel olduğu bilinmektedir. Ancak, bu yöntemlerin kullanımının genellikle sınırlı olduğu da göz önünde bulundurulmalıdır. Ölüm nedeninin belirlenmesinde MRG ve BT oldukça işlevsel olsa da, her iki yöntemin kullanımı maalesef sınırlıdır. Bunun başlıca nedenleri, bu görüntüleme yöntemlerine yönelik hayat kurtarıcı müdahalelerin acil ihtiyaç oluşturması ve toplu can kaybının olduğu bir ortamda incelenmesi gereken çok sayıda hayatını kaybetmiş insan bulunmasıdır. Ayrıca, birçok radyoloğun adli görüntüleme konusunda yeterli deneyime sahip olmadığı gözlemlenmiştir.
SONUÇ
Görüntüleme teknikleri, deprem ve doğal afetlerin ardından tanı koyma, triyaj ve tedavi süreçlerinde hayati öneme sahiptir. Her bir modalite, spesifik yaralanmaların değerlendirilmesinde önemli bir rol oynar. Röntgen, hızlı ve kolay erişilebilir olmasıyla triyaj sürecinde kritik bir rol oynarken, BT ve US, detaylı tanı koyma süreçlerinde ön plana çıkar. Mobil radyolojik cihazların saha ortamında yaygın kullanımı, afet sonrası sağlık hizmetlerinin etkinliğini artırmaktadır. Bu tekniklerin etkili kullanımı, hem yaralıların hayatta kalma oranını artırır hem de sağlık hizmetlerinin sürdürülebilirliğine katkıda bulunur.